14 Ağustos 2009 Cuma

Günler ne çabuk geçiyor. Ağustosu göz açıp kapayıncaya kadar yarıladık. Umarım ben de kaburgalarımın altına doğru oturup sürekli kendini hatırlatan sıkıntımı yarılarım. Beni sadece yoruyor. Başka bir şey düşünmeme izin vermiyor. Ondan gizli bir şey düşünecek olursam mutlaka bir yerlerden hortluyor ve nasıl başarıyorsa dahil oluyor düşüncelerime.

Hangi yoldan vızır vızır geçtiğini anlayamadığım araba sesleri genelde bana dönemeçli bir yolu arşınlayan kamyon sesi gibi gelir. Eskiden onları dinleyerek uyumak bana zevk verirdi. Şimdiyse tam bir eziyet. Balkondan gördüğüm yolcu gemilerine de inancım kalmadı. Kim kurtaracak beni? Sislerin içinde çıkan bir sandal... Ayakta yüzünü göremediğim uzun boylu, kısa saçlı bir adam elinde bir kürek suya batırıp çıkararak sandalın yol almasını sağlıyor. Hiç konuşmuyor, bana dönmüyor ve hareketlerini birebir taklit ederek nereye götürdüğü belli olmayan sandalı suda sürüklüyor. Belki de bu yolculuğun bir sonu yoktur. Sonuçta her yolculuğun bir sonu olmak zorunda değil. Uzun yolculuklarda ne kadar gidilirse gidilsin sanki yol hiç bitmeyecekmiş gibi gelir insana. Bazen de düşünürsün hangi noktadan sonra "evet, bu kadar yol kat etmişiz" denir diye. Ne kadar gittiğine odaklanmazsan aradan belli bir süre geçtikten sonra dönüp baktığında "epey de bir yol almışız" diyebilirsin; ama nereden itibaren bunu diyebiliyorsun? İşte ben bunu merak ediyorum. Bir sınır olmalı bir nokta...
Sandal sonsuzluğa doğru sürüklenmeye devam ediyor.

Hiç bitmeyen bir yolculuğun hiç bitmeyen heyecanı...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder