13 Ağustos 2009 Perşembe

Beyaz Kayık

Ufuğa uçsuz bucaksız uzanan maviliğe çok yaklaştı
Önünde yumuşak, beyaz kumlar hiç olmadı.

Bastıkça ayağının altında asit gibi eriyen çamurlu topraklar vardı.
Engelleri kanat takıp aşamadı.
Bata çıka yürüdü
Onun eseri olmayan çamurun içinde
Bir türlü hatırlayamadığı
O düşünün başlayacağı kıyıya gitmesi düşlerindeki kadar
Kolay olmadı
Beyaz bir kayık onu bekliyordu kıyının dibinde

Deniz çarşaf gibiydi.
Balıklar ahenkle yüzerken yakamoz sırasını bekliyordu.
Kumsala açılan noktada
Sonsuzluğa uzanan bir orman...
Boğazına kadar çamnura batmışken
Karşısında eşsiz bir tablo izler gibiydi
Sahi kimdi bu fırçanın sahibi?
Düşündü düşündü...
Onun DÜŞLERİYDİ!
Bu çamuru aşmalı
Düşlerini gerçekleştirmeliydi.
Kim bilir ne tuz kokulu mutluluklar onu bekliyordu orada.
Turkuaz renkli tahta bir kapı vardı
İki yeri birbirinden ayıran
O kapıyı gıcırdatmalı,
Ruhunu o eşikten içeri yuvarlamalıydı.
Bedenini öyle sıkı bağlamalıydıki ruhuna ip gibi
Kendini çekip kurtarmalıydı bu çamurdan.
Düşünün sularında yıkanmalı, arınmalıydı.
Kapatmalıydı kapıyı ait olmadğı yerin üzerine.
Sıkı sıkı kilitlemeliydi.

Kilitlemeliydi ki kimseler çalmasındı düşlerini ondan.
Devrim sevgilinin uzaklara takılan gözlerinde kalmasın
Gökteki herhangi bir yıldız
Bir kırlangıcın kısacık ömrü olmasın diye
İyice kilitlemeliydi kapıyı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder