24 Haziran 2012 Pazar

Ekimlerden bir gün

Bir sonbahar akşamıydı. Deniz her zamankinden donuk görünüyordu. Sessizliği dinledim. Kafamda, yaz akşamlarındaki insansız avluyu canlandırarak, kimsenin buralardan gitmediğine inandırmaya çalıştım kendimi; ama olmadı. Balkondan görünen, şu karşıdaki, turuncu ışıklarla aydınlatılmış sokağa bakınca, nasıl da içim boşalmıştı. Bunu unutmam mümkün değil.

Mihail'e Mektup

Sevgili Mihail,

sana haksızlık etmişim. Bundan sonra Karadeniz'e her baktığımda seni hatırlayacağım ve içimde hep seni bulma arzusu olacak. Daha doğrusu senden arta kalanları... Adrian'a Odesa'dan mektuplar atacağım. "Mihail evine döndü Adrian. Çabuk gel." yazacağım bu mektuplara. Ah Mihail... Arkadaşlığın en büyük erdemlerinbi içinde barındıran insan, sen yalnızlık nedir bilir misin? Yalnız insanların, mutsuzluğuna noktayı koyan biri, kendi varlığı ile dopdoluyken yalnız olabilir mi? Adrian, sana sahip olduğu için şanslıymış. Benim de bir Mihail'im var sayılır. Onunla dopdolu olma düşüncesi, gözyaşlarıma sebep oluyor.

Mihail, sen kalbinde taşıdığın erdemlerle ve saçlarındaki bitlerle, şu fakirliğinin gölgesinde büyüttüğün bilgeliğinle ve yaşamdaki talihsizliğinle, beni hüzne boğan tek adamsın.

23/06/2012, Cumartesi, 22:18

9 Eylül 2009 Çarşamba

Anneanneciğim...

Anneannceğim
Biricik anneanneciğim
Sen gittin ya
Dünya çok değişti
Sen bir dönemin
Siyah beyaz fotoğraflarında
Sararmış yapraklarında kaldın.
Akşamüstü güneşinin huzurlu, sıcak ışıklarında kaldın
Eskilerin tozlu kokusunda
Beyaz dantellerin işlemelerinde kaldın sen.
Bir zamanlar eski kaldırım taşlarında, caddelerde, sokaklarda
Bir ayak izin vardı ya
Şimdi hepsi bir bir silindi yeryüzünden
Karıştı toprağa.
Sana ait ne varsa hatıralarda şimdi
Bizim bildiğimiz ve bilmediğimiz herşey...
Gümüş saçlı, bakır gözlü anneannem benim
Senden geriye yokluğun kaldı
Senden geriye ÖZLEM!

7 Eylül 2009 Pazartesi

Ölüm hiç önemli değil..!

"Şunca yaşamın içinde ölüm için, ölen için gözyaşı döktüğümü anımsamıyorum. Bir evin en önemli kişisi, en yakınım ölünce de duygum değişmemiştir. Yaşamın içinde olupta ölü için gözyaşı dökenlere çok üzüldüğümü söyleyebilirim. Susmuş bir ev, canlılığını ve yaşam kavgasını duraksatmış bir ortam için elbette üzülürüm. Ve üzüntümün ağır yanı burasıdır. Ölümümde eşim, çocuklarım en yakınlarım bile tek bir damla gözyaşı dökmesin istiyorum. Benim için caddeleri dolaşsınlar, bir gazete alsınlar, bir kitap karıştırsınlar, kalabalık bir sinemaya gitsinler, bir konferans, bir konser dinlesinler. Ölüm hiç önemli değil, yaşam var dağ gibi, yaşam var gökyüzü, deniz...”


Ümit Kaftancıoğlu

17 Ağustos 2009 Pazartesi

Her şeyi boş vermişim ben.
Gözlerimi bile bulutlarda unutmuşum
Ruhumu denizlerde...
Akıntıya bırakmışım kendimi
Sürüklendikçe suyun pürüzsüz teninde
Tüm hücrelerim suyla dolmuş taşmış
Arınmış bütün her şeyden.
Ruhum umutsuzluklarından, gözyaşlarından,
Nefretlerinden, bütün gizlerinden arınmış;
Düşündüklerimden, düşünmediklerimden,
Beynimden, kişiliğimden çekilmiş ruhum.
Soğuk sulara geldiğimde o ve ben
Başka başka şeyler olmuşuz.
Ben geride kalmış, unutulmaya yüz tutmuşum,
Ruhum arınmış, hafiflemiş,
Bulutlara karışıp
Unuttuğum gözlerimi bulmuş
Ben yosunların arasında yaşayan
Bir deniz böceği olmuşum,
O gökyüzünde bir bulut
Ben ölmüşüm
O özgür!

Son Kez ve Sevgi Dolu

Dar ve ışıkları loş bir sokakta yürüyorum. Gözlerimi yerden ayırmadan, içimde yalnızlığımla ağır ağır yol alıyorum. Bu dar sokağa nereden geldiğimi ve kendimi nerede bulacağımı bilmiyorum. Bu geceyi sonlandıracak bir gündüze bile inanmıyorum. O sırada biraz ilerden gelen ayak seslerini duyuyorum. Sesin geldiği yere doğru usulca başımı kaldırıp bakıyorum ve “onu”, inandığım ilk gerçeği görüyorum. Korkuyorum bu dar, loş ışıklı sokaktan. Ona yetişmek için adımlarımı sıklaştırıyorum. Korkuyorum ona yetişemeyeceğim diye. Bu korku bütün bedenimi sarıyor. Halbuki ona sesimi ulaştırabilsem bir daha onu kaybetmeye bu kadar yaklaşmayacağımı biliyorum. Olmuyor, bir türlü onu yakalayamıyorum. İçimde yalnızlığım ve ben birbirimizden kurtulmak istercesine çırpınıyoruz. Sokak git gide daralıyor. Yetişmek için koşuyorum. Nefes nefese... Fakat o hâlâ bana çok uzak. Dar, loş ışıklı sokağın bütün ümitsizliği içime çöküyor. Dudaklarımı kıpırdatıyorum bir şeyler söylemek için; ama sesim çıkmıyor. Engel olamıyorum onun sıcaklığından uzak kalmaya. Geldiği gibi gidiyor. Ona son kez bakıyorum bu anı sonsuza dek hatırlamak için. Ne koşuyorum ne yürüyorum. Durmuş sadece onu izliyorum. Benden nasıl git gide uzaklaştığına bakıyorum. Son kez ve sevgi dolu... Bir anda duruyor ve bana dönüyor. O aşkla dolu gözlerini görüyorum. Sıcacık gülümsüyor, nefesini hissediyorum. Boşuna ümitsizliğe kapıldığımı anlıyorum. Halbuki ne kadar yakınımdaymış. Elini uzatıyor bana. Usulca; ama güvenle tutuyorum. Artık yan yana yürüyoruz. Ellerimiz bir, güneşin doğduğu yere doğru yol alıyoruz. Arkamızda dar, loş ışıklı bir sokak... İçimdeki yalnızlığımı orada tek başına bırakıyorum. Köşeyi döndükten sonra bitiyor karanlık. Artık bu gündüzün bir gecesi olduğuna inanmıyorum.
Önce veranda da içtiğim şaraplara kızdılar
Sonra salonumda yaptığım tangolara
Tango aşktır.
Aşklarıma da karıştılar.
Bol yıldızlı bir gecede
Çam ağaçlarının kuytusunda
Bir erkekle öpüştüm
Bizi ele veren ateşböcekleri miydi
Yoksa çekirgeler miydi
Bilinmez
Ama öpüştüğüm duyulunca sessiz bir feryad kopardılar
Bağırsalar, küfür etseler, saçlarımdan sürükleseler
Bu kadar şiddetli olmazdı.
Manyetik bir akımdı sanki yarattıkları
Beni bağnazlıklarının küflü,n rutubetli, ağrılı köşelerine çekiyordu hızla.
Öyle kuvvetliydiki rüzgarları
Saçlarımı köklerinden çıkarıyor,
Kulaklarımdan girip beynimin her girintisini kum taneleriyle dolduruyordu.
Bahçemdeki köpek yavrularını kovdular
Duvarlarıma balyozlar indirdiler
Çiçeklerimi zehirledier, otlarımı sarattılar.
Yıkıntılarımın arasına bir kuyu koydular
İçinden eller çıktı
Bir sürü...
Bütün bu elleri tanıdım
A,H,F...'ydi ve daha niceleri onlar!
Boynuma, saçlarıma, belime, bileklerime
Bir yılan gibi boğdular beni
Ölmedim.
Kaba saba bir el daha çıktı kuyunun içinden
Derisi çatlamış
Belliki bu eller hiç fırça tutmamış
Kir dolu tırnaklar simsiyah olmuş
Leş gibi bir koku; ama çıkaramıyorum
Benim dünyama ait değil bu pis koku
Öyle iri ellerki bunlar
Bir devin ellerine hiç benzemiyor
Ancak küçük gövdeli adamların
Gölgelerinden büyük elleri var bunların
Tek gözümle görebildiğim gökyüzünü de
Çekip alıyor sol gözümden
Kocaman bir el...
Korkutuyor beni düşlerimde gördüklerimden daha çok!
Sessizce kopardıkları feryad bulutlar gibi büyüyyor başımda
Sessizin uğultusu sona doğru bütün sesleri bastırıyor tek başına
Sadece onun istediği notalar çalarken
Çığlık atamıyorum ben
Bir el gırtlağıma oturmuş
Bir el ses tellerimi eziyor
Toprak mı ayağımın altında kayan
Yoksa sürüklüyorlar mı beni
Bir atın arkasına bağlanmış cariye gibi?
Öyle bir iştahla çekiyorlarki
Açılan topraktan kıvılcımlar yükseliyor
Solucanlar kavruluyor
Kuyunun ağzına geldiğimizde
Kadınlığımdan aldığım güçle direniyorum son kez
Kuyunun dibi derin bir boşluk,
En kara geceden daha kara
Biliyorum,
Bu eller önce buruşturana kadar tenimin tadına varacak
Sonra derimi yüzüpbeni parçalayacak
Gözlerimi çıkarıp ters gömecekler
Bahçemin sararan otları arasına
Her bir elin payına bir gözyaşı düşecek
Yüzülen derimden.
Paramparça olmuş bedenimi leş kargalarına yedirecekler.
Onca eziyetten hırpalanan ruhumu
Bu bahçeye korkuluk yapacaklar
İsa gibi ir daha doğma şansım da olmayacak
Bir daha şansım olmayacak..!
Bir daha ben olmayacağım
Bizi var edemeyecekler
Sana diyorum!
Uyan artık, aç şu bakır renkli gözlerini!
Sen sağır değilsin.
Sakın özenme kulaklarını kesmeye.
Dişiliğini doya doya yaşa
Yoksa bu eller
Senin de en büyük felaketin olacak.